29 Ocak 1923 günü, Uşakizade Latife Hanım ile evlenen Gazi Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım 02 Şubat 1923 günü, ‘Türkiye İktisat Kongresi’nin yapılacağı binada (İkinci Kordon’da (eski Gümrük) o yıllarda Osmanlı Bankası depoları olarak kullanılan, Ermeni tüccar Aram Hamparsumyan’ın üzüm-incir işletmesi binası) düzenlenen bir toplantıya katılmışlardır.
Gazi, toplantıda yaptığı konuşmada önce eşi Latife Hanım’ı İzmirli kadınlara tanıtmış; ardından da kadın sorunları ve Lozan hakkında geniş bilgi vermiştir. Katılanların çoğunun kadın oluşu nedeniyle, bu toplantı ‘Kadınlar Kongresi’ olarak da adlandırılmıştır.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre: "toplantıya kadın-erkek beş altı bini aşan insan katılmıştır. Dinleyicilerin yarısından çoğu kadındı. Kız Lisesi Müdiresi Melahat Hanım ve Kız Öğretmen Okulu öğretmenlerinden Nuriye Hanım’ın da aralarında bulunduğu birçok kadın, otuza yakın soruyu Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya yöneltmiştir. Toplantı ile ilgili çekilen tek karelik fotoğrafta Latife Hanım’ın not tuttuğu görülmektedir."
"Yaratıcı kudret insanları iki cins olarak yaratmıştır. Bunlar, birbirleri için gereklidir. Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın nasıl yaratıldığına dair görüşler değişiktir, bundan söz etmeyeceğim, daha sonraki dönemlerden söz açacağım.
Şuna inanmak gerekir ki, dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir.
Gerçekten de hepimiz padişahlar hakkında kurgulanan fikirler besliyorduk; bunlar analarımızın verdiği yanlış telkinler sonucuydu. Bir toplum, cinslerinden yalnız birinin çağdaş gerekleri kazanmasıyla yetinirse, o toplumun yarıdan fazlası güçsüzlük içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve medenileşmek isterse, özellikle bu noktayı esas olarak kabul etmek zorundadır. Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan ortaya çıkmaktadır. İnsanlar dünyaya alınlarına yazıldığı kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı sosyal toplumumuzun, bir kısmı faaliyette bulunurken, diğer bir kısmı çalışmazsa o toplum felçlidir. Bir toplumun hayatta çalışması ve başarılı olması için, çalışmanın ve başarmanın bağlı olduğu bütün sebep ve şartları kabul etmesi gerekir. Dolayısıyla toplumumuz için bilim ve fen gerekiyorsa, bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın kazanmaları gereklidir. Bilinir ki, her alanda olduğu gibi toplum hayatında da görev bölümü vardır. Bu genel görev bölümü arasında kadınlar kendilerine ait olan görevleri yapacakları gibi, aynı zamanda toplum bireylerinin refahı, saadeti için kaçınılmaz olan genel çalışmaya katılacaktır. Kadının ev işleri, en ufak ve önemsiz görevidir.” demek suretiyle kadının toplum içerisindeki yerini açıkça ortaya koymuştur.
Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi gereğince anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini temin etmektir. Dolayısıyla kadınımız da bilgili ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün tahsil derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar toplum hayatında erkeklerle beraber yürüyerek birbirlerine faydalı ve yardımcı olacaklardır.
Efendiler, bağışlarsanız bir noktayı açıklamak için bir an duracağım. Efendiler dediğim zaman hanımlar ve efendiler demektir. Kolaylık gereği ve hanımlarla efendilerin tamamının birliğini anlatmak için bu seslenme şeklini uygun buldum.
Düşmanlarımız bizi dinin etkisi altında kalmış suçlayıp, duraklama ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar. Bu hatadır. Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın buyurduğu şey, erkek ve kadın bu ilim ve irfanı aramak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimize bin türlü kayıtlarla kanıtlanmış sandığımız şeyler yoktur. Türk toplum hayatında kadınlar ilim, irfan ve öteki hususlarda erkeklerden kesin geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir. Bugün memleketi gözden geçirip inceleyelim. Göreceğimiz iki bölüm vardır. Birisi tarlalarda erkeklerle birlikte çalışan, merkeplere binerek öteberi satmak için kasabalardaki pazar yerine giden ve orada bizzat yumurta ve tavuğunu, buğdayını satan ve ondan sonra gerekli şeyleri bizzat satın alan kadınlar. Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iş anlayanlara ve hesap yapanlara rastladım.
Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek, bir evin önünde duran kadına:
-Bacı yağmur var, soğuk var. Beni çatın altına kabul eder misin? dedim.
O hiç tereddüt etmeyerek, buyurun dedi ve beni bir odaya aldı. Odada ateş olmadığı ve yeni bir ateşin yakılması uzun zamana bağlı olduğu için:
-İsterseniz bizim odaya gidelim. Orada hazır ateş var, dedi. Odaya girdik. Ondan sonra komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraberce konuşmaya başladık. Konuşurken bana en önemli soruları soranlar kadınlar oldu. Askerin vaziyetini, düşmanın halini, en önemli düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiç bir telaş ve hileyi lüzum görmediler. İnsanca konuştular. Fakat biraz sonra, benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri, sordukları şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini zannederek korktular! Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir suç gördüler.
Efendiler, memleketimizde cahillik varsa geneldir, yalnız kadın değil, erkeklerimizi de kapsar. Diğer bir görüntüye de kasabalarda şehirlerde rastlıyoruz. Bu da genellikle yabancı romanlarda okunan kafes efsaneleridir. Şüphe yok ki, bu yanlış geleneği yerleştiren saraylar olmuştur.
Kasaba ve şehirlerde yabancıların dikkatini en çok örtünme şekli üzerinde toplanıyor. Buna bakanlar, kadınlarımızın hiçbir şey görmediğini sanıyor.
Bununla beraber din gereği örtünme, kısaca anlatmak gerekirse, denilebilir ki, kadınları zorluğa sokmayacak ve ahlaka aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır.
Örtünme biçimi kadını hayatından, varlığından soyutlamayacak şekilde olmalıdır. Bu konuda son söz olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi gerekirdi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdi. Fakat bugünkü gereklilikler ve ihtiyaçların esasına yeterli değildir. Başka düşüncede, başka yetkin adamlara ihtiyacımız vardır. Bunları yetiştirecek olan bundan sonraki analardır.
Bu arz ettiklerimin bağımsızlığını, şerefini, hayat varlığını temin ve devam ettirmeyi baş yasa alan yeni Türk devletinin esaslarından birinin teşkil etmesi gereklidir ve inşallah öyle olacaktır.
Dünya yüzünde ne varsa, ne başarılmışsa, o kadının eseridir. Bir toplum, uygarlığı ve çağdaşlığı bu iki cinsten sadece birinden beklerse, yarıdan fazlası güçsüzlüğe mahkum edilmiş demektir. Bizim toplumsal başarısızlığımız, kadınlarımıza karşı kusurlu davranışımızdandır. Yaşamak eylem demektir. Bir toplumun yarısı eylemsiz kalırsa, orada sosyal hayat felç olur. İlerlememiz için ilim ve fen gerekli diyorsak, bunlara aynı derecede hem kadınlarımız, hem erkeklerimiz sahip olmalıdırlar. Kadınlar da erkekler gibi eğitilecekler ve ortak hayatta erkeklerle beraber yürüyüp, onlara dayanak olacaklardır. Bizim dinimiz kadınların erkeklerden geri kalmasını istemez. Allah'ın istediği, iki cinsin aynı derecede ilim ve irfan sahibi olması ve bunları her yerde aramasıdır. İslam ve Türk tarihi incelenirse, kadınlarımız hiçbir hususta erkekten geri kalmamıştır. Zaten köylü kadınlarımız erkeği kadar hayatın işleri içindedir. Kasaba ve şehirlerde kafesin ya da peçenin arkasına gizlenmesi dini örtünmenin anlamını aşmamalıdır. Böyle bahanelerle kadın hayatın dışına itilmemelidir. Kadın hiçbir bahane ile sosyal hayatta oynayacağı rolden uzak tutulamaz. ışlarsanız bir noktayı açıklamak için bir an duracağım. Efendiler dediğim zaman hanımlar ve efendiler demektir. Kolaylık gereği ve hanımlarla efendilerin tamamının birliğini anlatmak için bu seslenme şeklini uygun buldum.